21 Haziran 2015 Pazar

Şu sıralar...

Şu sıralar hayatımda ciddi değişiklikler  oldu. Geçen yıl bu zamanlarda Türkiye 'de özellikle de İstanbul'da  yaşamak istemediğimize karar vermiştik ve arayışlara başlamıştık. Şükürler olsun ki çabalarımız sonuç verdi ve eşim Hollanda 'da güzel bir iş buldu. Kısmetse yaz sonuna taşınıyoruz. Hayatımda bir değişiklik daha oldu. Galatasaray Üniversite'sinde devam eden finansal ekonomi yüksek lisans eğitimini de tamamladım. Bu süreçte bizi bir sürprizin daha beklediğini öğrendik. Hamileydim! Henüz 27 yaşında olduğum ve Aşille Kuki hayatımızda çok büyük bir boşluğu doldurduğu için bebek sahibi olmayı hiç düşünmemiştik ama oğlumuz gelmeye karar verince ufak bir panik dalgasının ardından planlarımıza bu güzel değişikliği de dahil ettik. Şu anda 14 haftalık hamileyim, ilk trimesteri geride bıraktık ve mide bulantılarımın geçmesiyle sanal aleme geri dönmüş bulunuyorum. Yaaa :) kariyer, eğitim, evlilik,yurtdışı derken araya  bir de hamilelik sıkıştırdım a dostlar ! Kısmetse ve üşenmezsem haftalık bir gebelik günlüğü tutmak ve birtakım güçlüklerle nasıl başa çıktığımı aktarmak istiyorum. Bana şans dileyin ;) Şimdilik bu kadar! 

15 Kasım 2014 Cumartesi

YENİKÖY SANDAL BALIK






Malum mevsim kış, balığın tam zamanı.Abartılı fiyatlar ödemeden keyifli balık sofralarına oturmak istiyorsanız Yeniköy’de yer alan alkolsüz balık restorantlarından Yeniköy Sandal Balık iyi bir seçim olabilir. 
Aslında bölgede aynı mantıkla çalışan birkaç balık restoranı var ve gerçek anlamda birbirinden çok farklı oldukları söylenemez. Ancak cadde üstünde yer alan Sandal Balık Restoran gerek iç-dış dekorasyonu, gerek özenli servisi, gerekse tertemiz tuvaletleri ile bizim favorimiz oldu.
 

Neredeyse her ay gittiğimiz bu güzel mekanı sizlerle paylaşmak istedim.
Restoranda siz oturur oturmaz mekanın ikramları olan mısır ekmeği, zeytinyağı ve turşu geliyor. Özellikle havuçlu dereotlu mısır ekmeği lezzetli bir tuzlu kek gibi bağımlılık yaratıyor yalnız uyarayım çok ekmek yediriyor.


 Biz salata, karides tava ve birer porsiyon balık istedik. Buranın İzmir salatası aslında üzerine peynir ve ceviz ilavesiyle mükemmel oluyor. Ancak  huylu kocam peynir yemediği için biz bu salatayı  sade aldık. Her zaman güzel yıkanmış iri doğranmış tazecik ve çeşitli yeşillikleriyle mutluluk veren bu salatayı yeriz burda ve yemeğe 1 –0 önde başlarız. (2 kişilik İzmir Salata 9 TL)
Salatayla birlikte tereyağlı karides tavamız geldi. Bana sorarsanız fiyatına göre karides miktarı biraz az olsa da karides, mantar, soğan,biber ve sarımsak içeren karides tava çok lezzetliydi. Mısır ekmeklerimizi bana bana yedik. (Tereyağlı Karides 18 TL)
Eşim palamut tava istedi. Görüntüsü kendisini anlatıyor zaten. Bir kişi için dolu dolu yeterli bir porsiyon. Üstelik iyi pişmişti ama içi sulu suluydu. Palamut gibi kuru bir balığı böyle pişirmek maharet ister. (Palamut Tava 22 TL)
Ben ana yemek seçimi için garson arkadaşa önerisini sordum, çok güzel lüfer var size onu ikram edelim dediler. Uzun süredir geldiğim için fiyatını sormadan güvenle bir porsiyon lüfer aldım. Gelen balık eşimin palamudundan çok daha ufaktı ve eti baya pul puldu. Genellikle bayat balık pişirirken öyle gevşediği için biraz şüphelendim ve bilgi almak istedim. Garson arkadaş bunun normal olduğunu taze lüferin gevşek etli olduğu bilgisini verince fazla üstelemedim ve keyifle yemeğe devam ettim. Kötü diyemem ancak çok özel bir lezzet olduğunu söyleyemem. Asıl sürpriz hesap geldiğinde anlaşıldı. Bana önerilen gevşek etli ufak lüferim 40 TL idi. Açıkçası bu durum hoşuma gitmedi çünkü bu bilgi bana sağlansa tercih etmezdim. En azından daha üst kalite bir balık almak isterdim. Bu nedenle menüye bakmadan salt garsonlara sorarak balık seçmeyi önermiyorum.
Bunların dışında balığın üzerine iyi gider diye düşünüp dondurmalı irmik tatlısı aldık. Ancak maalesef içinde  dolmalık fıstık yoktu, yeterince kavrulmamıştı ve  kıvamı yapış yapış geldi hoşuma gitmedi. Bu nedenle önermiyorum. Ki fiyatını görünce (12 TL) daha da önermedim! Resmi yok çünkü bi kaşık alıp kalktık.Bir dahaki gidişimizde resmini çeker güncellerim.Ancak daha önce trileçe, kabak tatlısı ve dondurma denemiştik. Hepsi birbirinden lezzetliydi. O nedenle- hakkaniyetli olmak zorundayım- mekanın tüm tatlıları kötü diyemem. Bu arada mekanda çaylar ikram ve çayı gerçekten lezzetli.

Faturada da görebileceğiniz gibi en son gidişimizde biraz yüksek fiyatlı görece daha az lezzetli yiyecekler seçmiş bulunduk. Ancak Sandal Balık’ta daha önce ızgara levrek, hamsi tava, dil balığı ve balık simit denemiştim. Hepsi de en son yediğim lüferden daha lezzetli 
(özellikle dil balığı) ve makul fiyatlı idi.

Ayrıca önceki gidişlerimizde sürekli aldığımız kalamar tavası da çok taze ve lezzetli. Sosu da sarımsağı mayonezi yerinde başarılı bir sos. Giderseniz tadın derim. Yanlış hatırlamıyorsam porsiyonu 15 TL.

Özetlemek gerekirse Yeniköy Sandal Balık, nezih ortamı, hızlı servisi ve göreceli olarak uygun fiyatları ile bizim tercih ettiğimiz bir restoran. En son ziyaretimizde bazı aksaklıklar yaşadık ama tekrar giderim. Size de ailenizle ya da arkadaşlarınızla güzel bir ortamda keyifli bir yemek yemek isterseniz öneririm. Ancak yukarda da belirttiğim gibi menüye yani fiyatlara bakmadan sipariş vermeyin sonra bizim gibi kötü sürprizlerle karşılaşmayın.

Son olarak köpeğimizle gittiğimizde de hiç sorun çıkarayıp dışarıdaki (teras ve bahçe) alanlarında aynı güleryüzle servis verdiler. Bu sebepten de gönlümüzü kazandılar.

İncelemek isterseniz Sandal Restoran'ın websitesini ziyaret edebilirsiniz.

 http://yenikoysandalbalik.com.tr

Sevgiyle ve gezmelerle kalın dostlar.

14 Kasım 2014 Cuma

Umutsuz Bir Plaza Kadınının Notları...



Bazen öyle daralıyorum öyle bunalıyorum ki ruhum vücuduma sığmıyor, akciğerlerim göğüs kafesimden çıkmak istiyor sanki. Çok yemek yersiniz de yutkundukça şişkinlik hissedersiniz ya öyle bir his. Çok düşünüyorum da bunları hazmedemiyorum sanki. Bazen beynim kafama sığmıyor, bazen gönlüm göğsüme… Düşündüklerimi düşünmemek okuduklarımı okumamak elde olsun istiyorum.

Ofiste oturduğum yerde daralıp bunaldıkça ellerim işlemek istiyor. Evimde olmak istiyorum. En azından mutfağımda olayım, ellerim işlerim işlesin kafamın yükü azalsın istiyorum. Hava soğuksa elmalı, tarçınlı kekler sıcaksa limonlu, çilekli tatlılar yapayım istiyorum. Daralıyorum… ancak ofiste mesai saati bitişine kadar kalmak zorundayım. Daraldığım konular ile ilgili beklemek sabretmek zorundayım. Kendime mukayyet olmak zorundayım.

Yükümü hafifleten şeyler yapmak istiyorum. Doğa yürüyüşü yapayım-artık İstanbul da tıkış tıkış Belgrad ormanı dışında bir doğa da kalmadı ya – tarçınlı kekler pişireyim, kedimle köpeğimle olayım, samimi dost sohbetlerinde eğleneyim istiyorum.

Hala ofisteyim oysa. Çıkamam ki buradan. Kurumsal hayat bunu gerektiriyor işin olsa da olmasa da iş disiplini gereği o masa da oturacaksın. Tuvalete kalkabilirsin ama çok kalma. Bir de çok uzun olmamak kaydıyla! sigara içiyorsan dışarı “havalandırmaya” çıkabilirsin. Ofise girdiğim de “good morning inmates!” dediğimde kimse şaşırmıyor, biliyorlar çünkü burada modern mahpuslar olduğumuzu.

Okula başla, Anadolu lisesi sınavına çalış, iyi bir liseye gir, orada da çalış, iyi bir üniversiteye gir, yüksek notlarla mezun ol, İstanbul’a göç. Bir plazada işe gir, mesailer, ego savaşları ve baskı altında hayatta ve işte kalmaya özen göster ki bir sonraki zorunluluğun olan evlenmeye maddi imkânın olsun, kâğıt üzerinde sana denk bir eş bul, evlen, düğün borçları bitince ev al, onu öderken çocuk yap. Maaşının yarısıyla çocuğa bakıcı tut, sütlerin aka aka işe git, akşam sekizde eve gel, evle çocukla kocayla uğraş, çocuk okul çağına gelince maaşının yarısı tutan tam gün bir okulun taksitini öde. Çocuğu okut okut, yaşlan yaşlan, mutsuz ol, emeklikte rahatlarım diye kendini avut ve emekli olduktan sonra hiçbir şeyin daha iyi/daha rahat daha mutlu olmadığını gör, hiçbir zaman rahat edeme, mutlu olma. 

Yüksek vergiler öde asla karşılığını alma. Her şeyin en pahalısını al ama hiçbir zaman en iyisini alama... Özgürlüklerin kısıtlansın, hep korkuyla hep baskıyla yaşa. Senin seçtiklerinin seni soyduğunu, herkesin bunu bildiğini ve yine de desteklediklerini izle. Maddi sıkıntı bile yaratsa tüm yükümlülüklerini yerine getir, soyulmaya devam et. Hep para sıkıntısı, hep ay sonu paniği, hep kredi derdi yaşa… Hep kaygılan hep kaygılan…
 Adına Türkiye ‘de yaşamak dedikleri bu süreç insan hayatının karın tokluğuna sömürülmesinden başka hiçbir şey değil. Sadece ülkemizde mi böyle bilemiyorum. Devlet büyüklerimiz ve toplumsal eksiklikler bir yana İstanbul da yaşamak her anlamda ülkedeki diğer tüm şehirlerde yaşamaktan daha zor. Ama 3 sene Ankara’da çalıştım, orada ki işlerim de zordu, işyerimde farklı formlarda da olsa burada olan her sıkıntı vardı ama şehir bu kadar zor/yorucu/pahalı değildi ama yine de mutlu/güvende/huzurlu hissetmiyordum.

Ben çareyi gitmekte buldum. Henüz gitmedim. Ama içimde o kadar gittim ki şimdiden pek çok ortamda yokluğumu düşünüp acayip mutlu oluyorum. O kadar gidicem ki… O kadar gidicem ki yokluğum bazılarına ödül bazılarına en büyük ceza olacak, ama kurtulucam bu demirsiz hapishaneden. Bazılarının sesini duymak istemediğim için açmadığım televizyonumu birilerine, dünyanın parasını verip aldığım GDO’lu besinlerimi sakladığım buzdolabımı başka birine, sular sapsarı ve kireçli aktığı için iyi yıkamayan bulaşık makinemi bir başkasına vericem. Küçük büyük demeden buradaki tüm varlıklarımı dağıtıp tüm yüklerimden kurtulup gidicem yeni memleketime. 

Kanatları kesilmiş bir kuş gibi hissediyorum. O kadar gidicem ki kesik kanatlarımı yeniden çıkarıcam. Önce acıycak biraz ama sonra yine uçmaya başlayınca unutucam acısını… Yeniden öğrenicem gülümsemeyi ve umut etmeyi. Stres atmak için değil kokusunu sevdiğim için pişiricem elmalı tarçınlı keklerimi. Mutlu olduğum şeyi mutlu olduğum için yapıcam. Öyle  gidicem işte.

Gidince görüşürüz.

16 Eylül 2014 Salı

Küçük Ailemiz - Cookie



 


Geçtiğimiz yıl 2012 yılında Ankara Çayyolu’nda bahçeli bir ev satın almıştık, ben yarı zamanlı çalışıyor ve yüksek lisans yapıyordum. Doğayı ve bahçe işini çok sevdiğimizden bu evin mutluluk getireceğine inanmıştık. Zamanla deli ben evde bir eksiklik fark ettim: bizim köpeğimiz yoktu! Oysa tam da köpek beslenebilecek bir ortamımız vardı. Sitede bazı komşularımızın vardı ve onlarla iletişimleri, köpüşlerin yaramazlıkları sürekli neşeli oluşları bana acayip tatlı geliyordu.  Eşime anlattım, o da her zaman olduğu gibi ilk etapta olumsuz yanıt verdi. Benim eşim evlerden ırak Kafkas göçmeni ve Koç burcu. Bu nedenle bizim evde her yeni şeye önce karşı çıkılır, sonra ikna edilir. İkna olmazsa ben o şeyi yine de yaparım eşim de mecburen ikna olmuş olur. Buradan evlenmemiş kızlarımıza sesleniyorum, koç burcunun aslan burcu kadınıyla evliliği sürekli dominant karakterlerin çatışmasıyla geçiyor; akrep, aslan, koç gibi dominant bir burca sahipseniz balık, yengeç, başak gibi azcık ılımlı adamlar bulun, boşuna yorulmayın. Neyse gene dağıldım. E’ ye sordum köpek alalım mı? O da dedi hayır! Tabi bu durum beni sürekli sosyal medyada sahip arayan evsiz köpüşlere bakmaktan bir nebze bile alıkoymadı.


Bir gün Facebook sahiplendiren sayfalarından birinde Cookie ’nin ilanını gördüm.1-2 yaşlarında barınaktan salınmış, parkta bulunan kulağı küpeli üzgün bir golden. Bahçeli’de parkta köpeklerini gezdirirken bulan bayan, çevredekilerin eziyet ettiğini görünce dayanamayıp evine almış sahip arıyordu. Öyle üzgün öyle harap görünüyordu ki aklım gitti, hemen aradım akşama gelir alırım dedim. Eşime söyledim, alma maddi durum sıkışık ona maddi güç gerekir, köpek dediğin çok ilgi ister, bir yere bırakamayız, zaten bir de kedimiz var tatil planı bile yapamayız dedi. Söylediklerinin hepsi doğruydu, peki ben dinledim mi? Hayır! Gittim aldım, baktım ufacık bir kız, uysal mı uysal sevimli mi sevimli dedim ben bunu yerim.  Eve getirdim kızılca kıyamet koptu. Eşim beni onu dinlememekle, sorumsuzlukla ve olgun davranmamakla suçladı. Hayatımızın çok zorlaşacağı belliydi ama ben kararlıydım. Bu çocuk sokağa dönmeyecekti. Allahtan bir iki hafta geçince evde herkes birbirine alıştı.

Cookie sevimliliğiyle, tatlılığıyla kendini bizlere sevdirdi, bizim bir evladımız oldu. Yaklaşık iki yıldır bizimle, iki yıldır anti depresan kullanmıyorum.  Tanıdığım en obur çocuk. Şu hayatta en çok sevdiği şey yemek, işin kötüsü köpekler yedikten 4 saniye sonra yediklerini unutuyor. Yemeği biter bitmez gözü başka mamalara düşüyor!  Bize ilk geldiğinde kötü yaşam koşullarından ötürü cildinde uyuzu vardı, insanlara güveni çok kırılmıştı, her şeyden korkuyordu ve çişini eve yapmaması gerektiğini bilmiyordu. Altı ay eve çiş yaptı. Sürekli halı yıkatıyorduk. Halıları kaldırdık ama kış mevsimiydi ve zor oluyordu. Tam Ankara ‘da öğrendi, İstanbul’a apartman dairesine taşındık. Evimde üzerine çiş yapılmamış hiç halı yok, hatta sürekli halılarımızı yıkamaktan usanan halı yıkamacı bana artık yenge diyor! Artık halı sermekten vazgeçtik. Cookie eve ve yeni rutine alıştıkça durum giderek daha iyileşti ve yaklaşık üç aydır sorun yaşamıyoruz.

Bir köpek sahiplenmek maddi- manevi ciddi bir yük. Köpekler hem masraflı hem de ilgiye -sevgiye her daim aç hayvanlar. Mamanın en iyisini vermeniz gerekiyor. Tüm aşılarını yaptırmanız gerekiyor. Her gün sabah ve akşam gezdirmeniz gerekiyor. Asla iş çıkışı direkt bir yerlere gidemiyorsunuz. Eve gidip, onu doyurup, gezdirip öyle çıkabiliyorsunuz. Sonra İstanbul da köpeğin çiş yapabileceği ufacık bir toprak parçası bulmak bile zor. Dahası Türkiye’ de sürekli saldırgan komşulara, akrabalara rastlıyorsunuz. Evinizde melek olmayacağını filan söylüyorlar ve evinize gelmek istemiyorlar. Yolda yürürken bile saldırıya uğrayabiliyorsunuz. Gitmek istediğiniz çoğu yer evcil hayvan kabul etmediği için yürüyüş sonra bir soluklanayım diye oturmak istediğiniz çoğu yere alınmıyorsunuz.

Köpek bakarken karşılaşılan en büyük zorluklar  tatil döneminde yaşanıyor. Tatilde köpeğinizle birlikte gitmek yurt içinde uçakla zor olduğundan arabayla gitmeniz gerekiyor ki bu çoğu durumda daha masraflı ve yorucu oluyor. Üstelik köpek kabul eden otel bulmak da gerçekten zor. Köpek kabul ettiğini söyleyen ancak gidince sürekli zorluk çıkaran pek dürüst olmayan oteller tatilinizi berbat edebiliyor (kişisel tecrübem). Köpeği bırakmak daha kolay olsa da bu sefer de nereye bırakılacağı kaygısı başlıyor. Aslında veterinerler günlük 40-50 TL arası köpek misafir ediyor. Bunun yanı sıra - biraz daha pahalıca olsa da- çok fazla köpek oteli bulunuyor.  Ancak bu zaten aylık 200 TL ye mal olan köpek bakımına ilave masraf demek. Bu tutarı sağlamak özellikle sık sık tatile çıkıyorsanız sizi zorlayabiliyor. O zaman devreye ailenizi- arkadaşınız filan sokmanız gerekiyor ki köpeklerde eve çiş yapabilme gibi sorunlar olduğu için gönüllü bakıcı bulmak baya zor oluyor. Yani yazın köpek sahibi olmak bu anlamda yorucu olabiliyor.

Ancak tüm bu güçlükler Cookie’nin bize kattığı mutlulukla karşılaştırıldığında pek küçük, pek önemsiz kalıyor. Biliyorum eski sahibi onu bu gibi nedenlerle sokağa attı. Köpek sahibi olmak gerçek bir sorumluluk ve etrafınızdaki hiçbir şey onu daha kolay hale getirmiyor aksine zorlaştırıyor. Ama bizim için o mutluluk kaynağımız. İki çocuğumuzdan büyük ve çişli olanı :). Çocuk sahibi olduğumuzda da bizimle olacak. Çocuğumuz da onu çok sevecek, dünyada yalnız olmadığımızı, hayvanlara ve doğaya sevgiyi görerek büyüyecek. Ömrü ne kadar yeterse o kadar bizimle olacak. Her akşam eve girmeden bir dakika önce kapının önünde hazır bekleyen; içeri girince sevinçle zıplayıp elimi yalayan; sarılalım deyince hala küçük bir yavruymuşcasına kucağıma yatmaya çalışan tüylü bebeğim benim. Bir köpek sizi sizin onu sevdiğinizden çok daha fazla ve büyük bir tutkuyla sever. Onun annesi, babası, patronu, tek aşkı, bebeği biziz. O yüzden bir köpeğin sevgisini ve ilgi ihtiyacını anlamak çok önemli. Eğer onu anlar ve hayatınızı onunla yaşamınızı kolaylaştıracak şekilde düzenlerseniz dünyanın en sadık ve tatmin edici dostluğunu sevgi bağını elde etmiş olursunuz. Şimdi böyle yazıyorum ya onadan uzakta, bi özledim ki anlatamam. Güzel suratı, ifadesi, kokusu burnumda tüttü birden . Eve gidince ıslak burnunu öpücem!


Sevgiyle kalın, bu ister insan sevgisi olsun, ister çiçek sevgisi ister hayvan sevgisi. Siz yeter ki kalbinizi sevgiye açın <3

7 Temmuz 2014 Pazartesi

J'adore Chocolatier & Cafe - Taksim



Bahar başında bir akşam tatlı ve kahve için Taksimde küçücük bir çikolatacı olan Jadore ‘a uğradık. Burası hakkında hep çok küçük bir mekân derlerdi, ben de yedi sekiz masalık bir kafe diye düşünürdüm. Meğer gerçekten küçükmüş. O kadar hem boydan hem enden küçük ki bir hobbit kafe'si olmalı. Yanımda boyu bir doksan olan arkadaşım içeri girince kafasını eğmek zorunda kaldı. Şöyle söyleyim fiskos masası büyüklüğünde beş adet masa zor sığıyor. Hobbit filmini izlediyseniz onu gözünüzde canlandırın işte aynı cozy’lik, aynı sevimlilik ve aynı küçüklük! 
Gitmek isterseniz House Cafe’nin karşısındaki sokağa girin sokağın en sonunda sağdaki minik dükkân. Alt katı çikolatacı üst katı da her nevi yenebilir çikolatalı ürünün servis edildiği bir cafe-cik. Hafta sonları ve akşamları yer bulmak biraz zor olabiliyor. Özelikle öğrenciler bu mekâna bayılıyor, çünkü çok ucuz ve her şey lezzetli. 
Yiyeceklere gelince kafenin belli başlı iki spesiyali var zaten biri çikolata fondü diğeri Oh La La Beatrice denilen tatlı. Biz dört kişiye ortaya birer fondü ve Beatrice istedik, yetti de arttı bile. Eşim bir de sıcak çikolata istedi.

Oh La La Beatrice (10 TL) aslında dilimlenmiş çikolatalı kekin üzerine eritilmiş kuvertür çikolata dökülüp, üzerine çilek ve muz dilimlendikten sonra kremayla servis edilen herkesin söyleyip durduğu evde de yapılabilecek bir tatlı. Peki, yapıyor muyuz? Hayır. Çünkü zaten 10 lira, evde kek pişirip, üzerine çikolata eritip krema çırpıp yiyene kadar gel burada fıstık gibi ye arkadaşım. Bence çok güzel bir tatlı, sıklıkla yerim ama kesinlikle tek kişilik değil. İki arkadaş paylaşmalı, diğer şeylerden de tatmalı. Bir kaç kaşıktan sonra beni bayıyor. Belki yazları üzerine krema yerine vanilyalı dondurma eklense hafifletebilir.
 


Çikolatalı fondü (13,5 TL) ise bildiğimiz eritilmiş çikolata yanında taze dilimlenmiş çilek, muz ve elma dilimleri. Özel fondü çatallarıyla alıp sıcak çikolataya batırıp yiyorsun. Kesinlikle en az iki kişi birlikte yenebilir, kurabiye canavarı gelse bir fondüyü bitiremez, bayar. Burada önemli olan eritilen kuvertürün kalitesi, sıcaklığı ve meyvelerin tazeliği ki Jadore 'da hepsi mevcut.
   
  

Sıcak çikolataya (8 TL) gelince eritilmiş kuvertürün içine süt ve aroma  ilave ederek hazırlıyorlar. Çok müdavimi var ama tatlı içecek sevmediğim için bana fazla tatlı geldi. Ama sıcak çikolata tabi ki de tatlı olur, bu nedenle diyecek bir şey yok. Bana göre değil sadece.
Özetle Jadore çok sevimli, güzel kokan, uygun fiyatlı bir mekan. Tüm çikolata sever kadınların bayılacağı gibineredeyse herşey çikolatalı ve cicili bicili. Diğer tüm çeşitlerini (cheesecake, glace, pastalar,sufle vs.) de deneyenler beğendiklerini belirttiler. Tek kusuru yer bulmanın zor oluşu ve mekanın basıklığı. Özellikle boş olabileceği hafta içinde fırsat bulursanız deneyin derim.

J'adore Chocolatier & Cafe - Taksim
Adres:İstiklal Cad. Emir Nevruz Sok. No:22 İstanbul(Panigia Kilisesi'nin girişinde) http://www.jadorecikolata.com/ Telefon:0212 249 03 33