Gevezenin Günlüğü
21 Haziran 2015 Pazar
Şu sıralar...
Şu sıralar hayatımda ciddi değişiklikler oldu. Geçen yıl bu zamanlarda Türkiye 'de özellikle de İstanbul'da yaşamak istemediğimize karar vermiştik ve arayışlara başlamıştık. Şükürler olsun ki çabalarımız sonuç verdi ve eşim Hollanda 'da güzel bir iş buldu. Kısmetse yaz sonuna taşınıyoruz. Hayatımda bir değişiklik daha oldu. Galatasaray Üniversite'sinde devam eden finansal ekonomi yüksek lisans eğitimini de tamamladım. Bu süreçte bizi bir sürprizin daha beklediğini öğrendik. Hamileydim! Henüz 27 yaşında olduğum ve Aşille Kuki hayatımızda çok büyük bir boşluğu doldurduğu için bebek sahibi olmayı hiç düşünmemiştik ama oğlumuz gelmeye karar verince ufak bir panik dalgasının ardından planlarımıza bu güzel değişikliği de dahil ettik. Şu anda 14 haftalık hamileyim, ilk trimesteri geride bıraktık ve mide bulantılarımın geçmesiyle sanal aleme geri dönmüş bulunuyorum. Yaaa :) kariyer, eğitim, evlilik,yurtdışı derken araya bir de hamilelik sıkıştırdım a dostlar ! Kısmetse ve üşenmezsem haftalık bir gebelik günlüğü tutmak ve birtakım güçlüklerle nasıl başa çıktığımı aktarmak istiyorum. Bana şans dileyin ;) Şimdilik bu kadar!
Etiketler:
bebek,
blog,
eğlenceli,
günlük,
hamilelik,
hayvanlarla yaşam,
Hollanda,
kadın,
kedi,
köpek,
paylaşım,
yaşam bloğu
15 Kasım 2014 Cumartesi
YENİKÖY SANDAL BALIK
Aslında
bölgede aynı mantıkla çalışan birkaç balık restoranı var ve gerçek anlamda
birbirinden çok farklı oldukları söylenemez. Ancak cadde üstünde yer alan Sandal
Balık Restoran gerek iç-dış dekorasyonu, gerek özenli servisi, gerekse tertemiz
tuvaletleri ile bizim favorimiz oldu.
Neredeyse
her ay gittiğimiz bu güzel mekanı sizlerle paylaşmak istedim.
Restoranda
siz oturur oturmaz mekanın ikramları olan mısır ekmeği, zeytinyağı ve turşu
geliyor. Özellikle havuçlu dereotlu mısır ekmeği lezzetli bir tuzlu kek gibi
bağımlılık yaratıyor yalnız uyarayım çok ekmek yediriyor.
Biz salata,
karides tava ve birer porsiyon balık istedik. Buranın İzmir salatası aslında üzerine
peynir ve ceviz ilavesiyle mükemmel oluyor. Ancak huylu kocam peynir yemediği için biz bu salatayı sade aldık. Her zaman güzel yıkanmış iri
doğranmış tazecik ve çeşitli yeşillikleriyle mutluluk veren bu salatayı yeriz
burda ve yemeğe 1 –0 önde başlarız. (2 kişilik İzmir Salata 9 TL)
Salatayla
birlikte tereyağlı karides tavamız geldi. Bana sorarsanız fiyatına göre karides
miktarı biraz az olsa da karides, mantar, soğan,biber ve sarımsak içeren
karides tava çok lezzetliydi. Mısır ekmeklerimizi bana bana yedik. (Tereyağlı
Karides 18 TL)
Eşim
palamut tava istedi. Görüntüsü kendisini anlatıyor zaten. Bir kişi için dolu
dolu yeterli bir porsiyon. Üstelik iyi pişmişti ama içi sulu suluydu. Palamut gibi
kuru bir balığı böyle pişirmek maharet ister. (Palamut Tava 22 TL)
Ben ana yemek seçimi için garson arkadaşa önerisini sordum,
çok güzel lüfer var size onu ikram edelim dediler. Uzun süredir geldiğim için
fiyatını sormadan güvenle bir porsiyon lüfer aldım. Gelen balık eşimin palamudundan
çok daha ufaktı ve eti baya pul puldu. Genellikle bayat balık pişirirken öyle
gevşediği için biraz şüphelendim ve bilgi almak istedim. Garson arkadaş bunun
normal olduğunu taze lüferin gevşek etli olduğu bilgisini verince fazla
üstelemedim ve keyifle yemeğe devam ettim. Kötü diyemem ancak çok özel bir
lezzet olduğunu söyleyemem. Asıl sürpriz hesap geldiğinde anlaşıldı. Bana önerilen
gevşek etli ufak lüferim 40 TL idi. Açıkçası bu durum hoşuma gitmedi çünkü bu
bilgi bana sağlansa tercih etmezdim. En azından daha üst kalite bir balık almak
isterdim. Bu nedenle menüye bakmadan salt garsonlara sorarak balık seçmeyi
önermiyorum.
Bunların
dışında balığın üzerine iyi gider diye düşünüp dondurmalı irmik tatlısı aldık. Ancak
maalesef içinde dolmalık fıstık yoktu,
yeterince kavrulmamıştı ve kıvamı yapış
yapış geldi hoşuma gitmedi. Bu nedenle önermiyorum. Ki fiyatını görünce (12 TL)
daha da önermedim! Resmi yok çünkü bi kaşık alıp kalktık.Bir dahaki gidişimizde
resmini çeker güncellerim.Ancak daha önce trileçe, kabak tatlısı ve dondurma
denemiştik. Hepsi birbirinden lezzetliydi. O nedenle- hakkaniyetli olmak
zorundayım- mekanın tüm tatlıları kötü diyemem. Bu arada mekanda çaylar ikram
ve çayı gerçekten lezzetli.
Faturada da görebileceğiniz gibi en son gidişimizde biraz yüksek fiyatlı görece
daha az lezzetli yiyecekler seçmiş bulunduk. Ancak Sandal Balık’ta daha önce
ızgara levrek, hamsi tava, dil balığı ve balık simit denemiştim. Hepsi de en
son yediğim lüferden daha lezzetli
(özellikle dil balığı) ve makul fiyatlı idi.
Ayrıca önceki gidişlerimizde sürekli aldığımız kalamar tavası da çok taze ve lezzetli. Sosu da sarımsağı mayonezi yerinde başarılı bir sos. Giderseniz tadın derim. Yanlış hatırlamıyorsam porsiyonu 15 TL.
Özetlemek gerekirse Yeniköy Sandal Balık, nezih ortamı,
hızlı servisi ve göreceli olarak uygun fiyatları ile bizim tercih ettiğimiz bir
restoran. En son ziyaretimizde bazı aksaklıklar yaşadık ama tekrar giderim. Size
de ailenizle ya da arkadaşlarınızla güzel bir ortamda keyifli bir yemek yemek
isterseniz öneririm. Ancak yukarda da belirttiğim gibi menüye yani fiyatlara
bakmadan sipariş vermeyin sonra bizim gibi kötü sürprizlerle karşılaşmayın.
Son olarak köpeğimizle gittiğimizde de hiç sorun çıkarayıp dışarıdaki (teras ve bahçe) alanlarında aynı güleryüzle servis verdiler. Bu sebepten de gönlümüzü kazandılar.
İncelemek isterseniz Sandal Restoran'ın websitesini ziyaret edebilirsiniz.
http://yenikoysandalbalik.com.tr
Sevgiyle ve gezmelerle kalın dostlar.
Etiketler:
2014,
balıkçı,
Gurme,
karides tava,
kronik geveze,
lüfer,
nerede yesek,
palamut,
restoran önerileri,
sandal balık,
sandal balık yeniköy,
sarıyer,
yeniköy,
yorumlar
14 Kasım 2014 Cuma
Umutsuz Bir Plaza Kadınının Notları...
Bazen öyle daralıyorum öyle bunalıyorum ki ruhum vücuduma
sığmıyor, akciğerlerim göğüs kafesimden çıkmak istiyor sanki. Çok yemek
yersiniz de yutkundukça şişkinlik hissedersiniz ya öyle bir his. Çok düşünüyorum
da bunları hazmedemiyorum sanki. Bazen beynim kafama sığmıyor, bazen gönlüm
göğsüme… Düşündüklerimi düşünmemek okuduklarımı okumamak elde olsun istiyorum.
Ofiste oturduğum yerde daralıp bunaldıkça ellerim işlemek
istiyor. Evimde olmak istiyorum. En azından mutfağımda olayım, ellerim işlerim
işlesin kafamın yükü azalsın istiyorum. Hava soğuksa elmalı, tarçınlı kekler
sıcaksa limonlu, çilekli tatlılar yapayım istiyorum. Daralıyorum… ancak ofiste
mesai saati bitişine kadar kalmak zorundayım. Daraldığım konular ile ilgili
beklemek sabretmek zorundayım. Kendime mukayyet olmak zorundayım.
Yükümü hafifleten şeyler yapmak istiyorum. Doğa yürüyüşü
yapayım-artık İstanbul da tıkış tıkış Belgrad ormanı dışında bir doğa da
kalmadı ya – tarçınlı kekler pişireyim, kedimle köpeğimle olayım, samimi dost
sohbetlerinde eğleneyim istiyorum.
Hala ofisteyim oysa. Çıkamam ki buradan. Kurumsal hayat bunu
gerektiriyor işin olsa da olmasa da iş disiplini gereği o masa da oturacaksın. Tuvalete
kalkabilirsin ama çok kalma. Bir de çok uzun olmamak kaydıyla! sigara içiyorsan
dışarı “havalandırmaya” çıkabilirsin. Ofise girdiğim de “good morning inmates!”
dediğimde kimse şaşırmıyor, biliyorlar çünkü burada modern mahpuslar olduğumuzu.
Okula başla, Anadolu lisesi sınavına çalış, iyi bir liseye
gir, orada da çalış, iyi bir üniversiteye gir, yüksek notlarla mezun ol, İstanbul’a
göç. Bir plazada işe gir, mesailer, ego savaşları ve baskı altında hayatta ve
işte kalmaya özen göster ki bir sonraki zorunluluğun olan evlenmeye maddi imkânın
olsun, kâğıt üzerinde sana denk bir eş bul, evlen, düğün borçları bitince ev
al, onu öderken çocuk yap. Maaşının yarısıyla çocuğa bakıcı tut, sütlerin aka
aka işe git, akşam sekizde eve gel, evle çocukla kocayla uğraş, çocuk okul
çağına gelince maaşının yarısı tutan tam gün bir okulun taksitini öde. Çocuğu
okut okut, yaşlan yaşlan, mutsuz ol, emeklikte rahatlarım diye kendini avut ve emekli
olduktan sonra hiçbir şeyin daha iyi/daha rahat daha mutlu olmadığını gör, hiçbir
zaman rahat edeme, mutlu olma.
Adına Türkiye ‘de yaşamak dedikleri bu süreç insan hayatının
karın tokluğuna sömürülmesinden başka hiçbir şey değil. Sadece ülkemizde mi
böyle bilemiyorum. Devlet büyüklerimiz ve toplumsal eksiklikler bir yana İstanbul
da yaşamak her anlamda ülkedeki diğer tüm şehirlerde yaşamaktan daha zor. Ama 3
sene Ankara’da çalıştım, orada ki işlerim de zordu, işyerimde farklı formlarda
da olsa burada olan her sıkıntı vardı ama şehir bu kadar zor/yorucu/pahalı
değildi ama yine de mutlu/güvende/huzurlu hissetmiyordum.
Ben çareyi gitmekte buldum. Henüz gitmedim. Ama içimde o
kadar gittim ki şimdiden pek çok ortamda yokluğumu düşünüp acayip mutlu oluyorum.
O kadar gidicem ki… O kadar gidicem ki yokluğum bazılarına ödül bazılarına en
büyük ceza olacak, ama kurtulucam bu demirsiz hapishaneden. Bazılarının sesini duymak
istemediğim için açmadığım televizyonumu birilerine, dünyanın parasını verip
aldığım GDO’lu besinlerimi sakladığım buzdolabımı başka birine, sular sapsarı ve
kireçli aktığı için iyi yıkamayan bulaşık makinemi bir başkasına vericem. Küçük
büyük demeden buradaki tüm varlıklarımı dağıtıp tüm yüklerimden kurtulup
gidicem yeni memleketime.
Kanatları kesilmiş bir kuş gibi hissediyorum. O kadar
gidicem ki kesik kanatlarımı yeniden çıkarıcam. Önce acıycak biraz ama sonra
yine uçmaya başlayınca unutucam acısını… Yeniden öğrenicem gülümsemeyi ve umut
etmeyi. Stres atmak için değil kokusunu sevdiğim için pişiricem elmalı tarçınlı
keklerimi. Mutlu olduğum şeyi mutlu olduğum için yapıcam. Öyle gidicem işte.
Gidince görüşürüz.
16 Eylül 2014 Salı
Küçük Ailemiz - Cookie
Bir gün Facebook sahiplendiren sayfalarından birinde Cookie
’nin ilanını gördüm.1-2 yaşlarında barınaktan salınmış, parkta bulunan kulağı
küpeli üzgün bir golden. Bahçeli’de parkta köpeklerini gezdirirken bulan bayan,
çevredekilerin eziyet ettiğini görünce dayanamayıp evine almış sahip arıyordu.
Öyle üzgün öyle harap görünüyordu ki aklım gitti, hemen aradım akşama gelir
alırım dedim. Eşime söyledim, alma maddi durum sıkışık ona maddi güç gerekir,
köpek dediğin çok ilgi ister, bir yere bırakamayız, zaten bir de kedimiz var tatil
planı bile yapamayız dedi. Söylediklerinin hepsi doğruydu, peki ben dinledim
mi? Hayır! Gittim aldım, baktım ufacık bir kız, uysal mı uysal sevimli mi
sevimli dedim ben bunu yerim. Eve
getirdim kızılca kıyamet koptu. Eşim beni onu dinlememekle, sorumsuzlukla ve olgun
davranmamakla suçladı. Hayatımızın çok zorlaşacağı belliydi ama ben
kararlıydım. Bu çocuk sokağa dönmeyecekti. Allahtan bir iki hafta geçince evde
herkes birbirine alıştı.
Cookie sevimliliğiyle, tatlılığıyla kendini bizlere
sevdirdi, bizim bir evladımız oldu. Yaklaşık iki yıldır bizimle, iki yıldır
anti depresan kullanmıyorum. Tanıdığım
en obur çocuk. Şu hayatta en çok sevdiği şey yemek, işin kötüsü köpekler
yedikten 4 saniye sonra yediklerini unutuyor. Yemeği biter bitmez gözü başka
mamalara düşüyor! Bize ilk geldiğinde
kötü yaşam koşullarından ötürü cildinde uyuzu vardı, insanlara güveni çok
kırılmıştı, her şeyden korkuyordu ve çişini eve yapmaması gerektiğini
bilmiyordu. Altı ay eve çiş yaptı. Sürekli halı yıkatıyorduk. Halıları
kaldırdık ama kış mevsimiydi ve zor oluyordu. Tam Ankara ‘da öğrendi,
İstanbul’a apartman dairesine taşındık. Evimde üzerine çiş yapılmamış hiç halı
yok, hatta sürekli halılarımızı yıkamaktan usanan halı yıkamacı bana artık
yenge diyor! Artık halı sermekten vazgeçtik. Cookie eve ve yeni rutine
alıştıkça durum giderek daha iyileşti ve yaklaşık üç aydır sorun yaşamıyoruz.
Bir köpek sahiplenmek maddi- manevi ciddi bir yük. Köpekler hem
masraflı hem de ilgiye -sevgiye her daim aç hayvanlar. Mamanın en iyisini
vermeniz gerekiyor. Tüm aşılarını yaptırmanız gerekiyor. Her gün sabah ve akşam
gezdirmeniz gerekiyor. Asla iş çıkışı direkt bir yerlere gidemiyorsunuz. Eve gidip,
onu doyurup, gezdirip öyle çıkabiliyorsunuz. Sonra İstanbul da köpeğin çiş
yapabileceği ufacık bir toprak parçası bulmak bile zor. Dahası Türkiye’ de
sürekli saldırgan komşulara, akrabalara rastlıyorsunuz. Evinizde melek
olmayacağını filan söylüyorlar ve evinize gelmek istemiyorlar. Yolda yürürken
bile saldırıya uğrayabiliyorsunuz. Gitmek istediğiniz çoğu yer evcil hayvan
kabul etmediği için yürüyüş sonra bir soluklanayım diye oturmak istediğiniz
çoğu yere alınmıyorsunuz.
Köpek bakarken karşılaşılan en büyük zorluklar tatil döneminde yaşanıyor. Tatilde köpeğinizle
birlikte gitmek yurt içinde uçakla zor olduğundan arabayla gitmeniz gerekiyor
ki bu çoğu durumda daha masraflı ve yorucu oluyor. Üstelik köpek kabul eden
otel bulmak da gerçekten zor. Köpek kabul ettiğini söyleyen ancak gidince
sürekli zorluk çıkaran pek dürüst olmayan oteller tatilinizi berbat edebiliyor
(kişisel tecrübem). Köpeği bırakmak daha kolay olsa da bu sefer de nereye
bırakılacağı kaygısı başlıyor. Aslında veterinerler günlük 40-50 TL arası köpek
misafir ediyor. Bunun yanı sıra - biraz daha pahalıca olsa da- çok fazla köpek
oteli bulunuyor. Ancak bu zaten aylık
200 TL ye mal olan köpek bakımına ilave masraf demek. Bu tutarı sağlamak
özellikle sık sık tatile çıkıyorsanız sizi zorlayabiliyor. O zaman devreye
ailenizi- arkadaşınız filan sokmanız gerekiyor ki köpeklerde eve çiş yapabilme
gibi sorunlar olduğu için gönüllü bakıcı bulmak baya zor oluyor. Yani yazın
köpek sahibi olmak bu anlamda yorucu olabiliyor.
Ancak tüm bu güçlükler Cookie’nin bize kattığı mutlulukla
karşılaştırıldığında pek küçük, pek önemsiz kalıyor. Biliyorum eski sahibi onu
bu gibi nedenlerle sokağa attı. Köpek sahibi olmak gerçek bir sorumluluk ve
etrafınızdaki hiçbir şey onu daha kolay hale getirmiyor aksine zorlaştırıyor. Ama
bizim için o mutluluk kaynağımız. İki çocuğumuzdan büyük ve çişli olanı :). Çocuk sahibi olduğumuzda da bizimle olacak. Çocuğumuz da onu çok sevecek, dünyada yalnız olmadığımızı, hayvanlara ve doğaya sevgiyi görerek büyüyecek. Ömrü ne kadar yeterse o kadar bizimle olacak. Her akşam eve girmeden bir dakika önce kapının önünde hazır bekleyen; içeri girince sevinçle zıplayıp elimi yalayan; sarılalım deyince hala küçük bir yavruymuşcasına kucağıma yatmaya çalışan tüylü bebeğim benim. Bir köpek sizi sizin onu sevdiğinizden çok daha fazla ve büyük bir tutkuyla sever. Onun annesi, babası, patronu, tek aşkı, bebeği biziz. O yüzden bir köpeğin sevgisini ve ilgi ihtiyacını anlamak çok önemli. Eğer onu anlar ve hayatınızı onunla yaşamınızı kolaylaştıracak şekilde düzenlerseniz dünyanın en sadık ve tatmin edici dostluğunu sevgi bağını elde etmiş olursunuz. Şimdi böyle yazıyorum ya onadan uzakta, bi özledim ki anlatamam. Güzel suratı, ifadesi, kokusu burnumda tüttü birden . Eve
gidince ıslak burnunu öpücem!
Sevgiyle kalın, bu ister insan sevgisi olsun, ister çiçek sevgisi ister hayvan sevgisi. Siz yeter ki kalbinizi sevgiye açın <3
Etiketler:
Ankara,
Cookie,
Evcil Hayvan,
golden retriever,
hayvansever,
köpek,
Köpek Sahiplenme,
Köpekle Tatil,
Köpekle Yaşam,
Köpeklerde Çiş Yapma,
kronik geveze,
pet,
yaşam bloğu
7 Temmuz 2014 Pazartesi
J'adore Chocolatier & Cafe - Taksim
Bahar başında bir akşam tatlı ve kahve için
Taksimde küçücük bir çikolatacı olan Jadore ‘a uğradık. Burası hakkında hep çok
küçük bir mekân derlerdi, ben de yedi sekiz masalık bir kafe diye düşünürdüm.
Meğer gerçekten küçükmüş. O kadar hem boydan hem enden küçük ki bir hobbit
kafe'si olmalı. Yanımda boyu bir doksan olan arkadaşım içeri girince kafasını
eğmek zorunda kaldı. Şöyle söyleyim fiskos masası büyüklüğünde beş adet masa
zor sığıyor. Hobbit filmini izlediyseniz onu gözünüzde canlandırın işte aynı
cozy’lik, aynı sevimlilik ve aynı küçüklük!
Gitmek
isterseniz House Cafe’nin karşısındaki sokağa girin sokağın en sonunda sağdaki
minik dükkân. Alt katı çikolatacı üst katı da her nevi yenebilir çikolatalı
ürünün servis edildiği bir cafe-cik. Hafta sonları ve akşamları yer bulmak
biraz zor olabiliyor. Özelikle öğrenciler bu mekâna bayılıyor, çünkü çok ucuz
ve her şey lezzetli.
Yiyeceklere
gelince kafenin belli başlı iki spesiyali var zaten biri çikolata fondü diğeri
Oh La La Beatrice denilen tatlı. Biz dört kişiye ortaya birer fondü ve Beatrice
istedik, yetti de arttı bile. Eşim bir de sıcak çikolata istedi.
Oh La La Beatrice (10 TL) aslında dilimlenmiş çikolatalı kekin
üzerine eritilmiş kuvertür çikolata dökülüp, üzerine çilek ve muz
dilimlendikten sonra kremayla servis edilen herkesin söyleyip durduğu evde de
yapılabilecek bir tatlı. Peki, yapıyor muyuz? Hayır. Çünkü zaten 10 lira, evde
kek pişirip, üzerine çikolata eritip krema çırpıp yiyene kadar gel burada
fıstık gibi ye arkadaşım. Bence çok güzel bir tatlı, sıklıkla yerim ama
kesinlikle tek kişilik değil. İki arkadaş paylaşmalı, diğer şeylerden de
tatmalı. Bir kaç kaşıktan sonra beni bayıyor. Belki yazları üzerine krema
yerine vanilyalı dondurma eklense hafifletebilir.
Çikolatalı fondü (13,5 TL) ise bildiğimiz eritilmiş çikolata yanında taze dilimlenmiş çilek, muz ve elma dilimleri. Özel fondü çatallarıyla alıp sıcak çikolataya batırıp yiyorsun. Kesinlikle en az iki kişi birlikte yenebilir, kurabiye canavarı gelse bir fondüyü bitiremez, bayar. Burada önemli olan eritilen kuvertürün kalitesi, sıcaklığı ve meyvelerin tazeliği ki Jadore 'da hepsi mevcut.
Sıcak
çikolataya (8 TL) gelince eritilmiş kuvertürün içine süt ve
aroma ilave ederek hazırlıyorlar. Çok müdavimi var ama tatlı içecek
sevmediğim için bana fazla tatlı geldi. Ama sıcak çikolata tabi ki de tatlı
olur, bu nedenle diyecek bir şey yok. Bana göre değil sadece.
Özetle Jadore çok sevimli, güzel kokan, uygun fiyatlı bir mekan. Tüm çikolata sever kadınların bayılacağı gibineredeyse herşey çikolatalı ve cicili bicili. Diğer tüm çeşitlerini (cheesecake, glace, pastalar,sufle vs.) de deneyenler beğendiklerini belirttiler. Tek kusuru yer bulmanın zor oluşu ve mekanın basıklığı. Özellikle boş olabileceği hafta içinde fırsat bulursanız deneyin derim.
J'adore Chocolatier & Cafe - Taksim
Adres:İstiklal Cad. Emir Nevruz Sok. No:22 İstanbul(Panigia Kilisesi'nin girişinde)
http://www.jadorecikolata.com/
Telefon:0212 249 03 33
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)