Bazen öyle daralıyorum öyle bunalıyorum ki ruhum vücuduma
sığmıyor, akciğerlerim göğüs kafesimden çıkmak istiyor sanki. Çok yemek
yersiniz de yutkundukça şişkinlik hissedersiniz ya öyle bir his. Çok düşünüyorum
da bunları hazmedemiyorum sanki. Bazen beynim kafama sığmıyor, bazen gönlüm
göğsüme… Düşündüklerimi düşünmemek okuduklarımı okumamak elde olsun istiyorum.
Ofiste oturduğum yerde daralıp bunaldıkça ellerim işlemek
istiyor. Evimde olmak istiyorum. En azından mutfağımda olayım, ellerim işlerim
işlesin kafamın yükü azalsın istiyorum. Hava soğuksa elmalı, tarçınlı kekler
sıcaksa limonlu, çilekli tatlılar yapayım istiyorum. Daralıyorum… ancak ofiste
mesai saati bitişine kadar kalmak zorundayım. Daraldığım konular ile ilgili
beklemek sabretmek zorundayım. Kendime mukayyet olmak zorundayım.
Yükümü hafifleten şeyler yapmak istiyorum. Doğa yürüyüşü
yapayım-artık İstanbul da tıkış tıkış Belgrad ormanı dışında bir doğa da
kalmadı ya – tarçınlı kekler pişireyim, kedimle köpeğimle olayım, samimi dost
sohbetlerinde eğleneyim istiyorum.
Hala ofisteyim oysa. Çıkamam ki buradan. Kurumsal hayat bunu
gerektiriyor işin olsa da olmasa da iş disiplini gereği o masa da oturacaksın. Tuvalete
kalkabilirsin ama çok kalma. Bir de çok uzun olmamak kaydıyla! sigara içiyorsan
dışarı “havalandırmaya” çıkabilirsin. Ofise girdiğim de “good morning inmates!”
dediğimde kimse şaşırmıyor, biliyorlar çünkü burada modern mahpuslar olduğumuzu.
Okula başla, Anadolu lisesi sınavına çalış, iyi bir liseye
gir, orada da çalış, iyi bir üniversiteye gir, yüksek notlarla mezun ol, İstanbul’a
göç. Bir plazada işe gir, mesailer, ego savaşları ve baskı altında hayatta ve
işte kalmaya özen göster ki bir sonraki zorunluluğun olan evlenmeye maddi imkânın
olsun, kâğıt üzerinde sana denk bir eş bul, evlen, düğün borçları bitince ev
al, onu öderken çocuk yap. Maaşının yarısıyla çocuğa bakıcı tut, sütlerin aka
aka işe git, akşam sekizde eve gel, evle çocukla kocayla uğraş, çocuk okul
çağına gelince maaşının yarısı tutan tam gün bir okulun taksitini öde. Çocuğu
okut okut, yaşlan yaşlan, mutsuz ol, emeklikte rahatlarım diye kendini avut ve emekli
olduktan sonra hiçbir şeyin daha iyi/daha rahat daha mutlu olmadığını gör, hiçbir
zaman rahat edeme, mutlu olma.
Adına Türkiye ‘de yaşamak dedikleri bu süreç insan hayatının
karın tokluğuna sömürülmesinden başka hiçbir şey değil. Sadece ülkemizde mi
böyle bilemiyorum. Devlet büyüklerimiz ve toplumsal eksiklikler bir yana İstanbul
da yaşamak her anlamda ülkedeki diğer tüm şehirlerde yaşamaktan daha zor. Ama 3
sene Ankara’da çalıştım, orada ki işlerim de zordu, işyerimde farklı formlarda
da olsa burada olan her sıkıntı vardı ama şehir bu kadar zor/yorucu/pahalı
değildi ama yine de mutlu/güvende/huzurlu hissetmiyordum.
Ben çareyi gitmekte buldum. Henüz gitmedim. Ama içimde o
kadar gittim ki şimdiden pek çok ortamda yokluğumu düşünüp acayip mutlu oluyorum.
O kadar gidicem ki… O kadar gidicem ki yokluğum bazılarına ödül bazılarına en
büyük ceza olacak, ama kurtulucam bu demirsiz hapishaneden. Bazılarının sesini duymak
istemediğim için açmadığım televizyonumu birilerine, dünyanın parasını verip
aldığım GDO’lu besinlerimi sakladığım buzdolabımı başka birine, sular sapsarı ve
kireçli aktığı için iyi yıkamayan bulaşık makinemi bir başkasına vericem. Küçük
büyük demeden buradaki tüm varlıklarımı dağıtıp tüm yüklerimden kurtulup
gidicem yeni memleketime.
Kanatları kesilmiş bir kuş gibi hissediyorum. O kadar
gidicem ki kesik kanatlarımı yeniden çıkarıcam. Önce acıycak biraz ama sonra
yine uçmaya başlayınca unutucam acısını… Yeniden öğrenicem gülümsemeyi ve umut
etmeyi. Stres atmak için değil kokusunu sevdiğim için pişiricem elmalı tarçınlı
keklerimi. Mutlu olduğum şeyi mutlu olduğum için yapıcam. Öyle gidicem işte.
Gidince görüşürüz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder