19 Ocak 2014 Pazar

Küçük Ailemiz-Aşil

Herkese mirabaaa!

Bloğuma şöyle bir göz gezdiren herkes benim hayvanları sevdiğimi ve evimizde tüylü dostlarımız! (hey Allah'ım bu laf beni çok güldürüyor öyle yapmacık ki :) bulunduğunu anlamıştır. Zaman zaman evimize geçici yuva arayan kedi /köpekler de gelir ve duruma göre bir kaç hafta/bir kaç ay kalırlar ama onlar bizim misafirlerimizdir, içimizi rahat ettiren birer sahip bulununca bizden ayrılırlar. Bunların dışında bir de geçen yıl kapımıza gelen yavru kangal köpeğimiz Petite var ki şu anda kiraya verdiğimiz bahçeli evimizde kiracımız tarafından bakılıyor, aşılarına kadar sürekli kontrol ediliyor.

Gelgelelim yavrularımız diye sevdiğimiz, canlarımız ciğerlerimiz bir dişi Golden Retriever’ımız Cookie, bir de erkek kedimiz Aşil var ki ben onların ağzını öperim :) sizlere onlardan bahsetmek istiyorum. Onlar benim hayatımın çok büyük birer parçası oldukları için ve baya geveze bir insan olduğum için uzun yazacağımdan bu yazı iki bölümlük olacak. İlk kısım olan bu yazıda Aşil’den bahsedeceğim.

Pek sevgili zevcim E ile 3,5 yıldır evliyiz, öncesine baktığımızda birlikteliğimiz neredeyse 6 yıldır mutlu mesut bir şekilde sürüyor. Evlendikten sonraki 6. aydan itibaren evde bir eksiklik fark ettim, bizim hiç ev hayvanımız yoktu! Facebook’taki hayvan sahiplendirme sayfalarından birinde gördüğüm ve görür görmez âşık olduğum 2 aylık sarman yavruyu eşimin tüm itirazlarına rağmen sahiplendik. Tabi alınca o da çok sevdi Paşa’yı, o bizim ilk yavrumuzdu ve çok yaramaz, hareketli bir çocuktu. Yaklaşık 6 aylıkken yardımcımızın açık unuttuğu pencereden aşağıya düştü ve vefat etti. CEPA’dan eve dönmüştük, hep kapalı duran salon kapısı ve camı açıktı ve Paşa yoktu! Aşağı inip baktığımızda kanlar içinde yatıyordu yavrum. Bu olay bizi yıktı, günlerce ağladık, eve giremedik, birbirimizin yüzüne bakamadık. Hayatımda ilk defa sevdiğim birinin -evet biri- ölümünü yaşamıştım, ilk defa acıdan böğüre böğüre ağlamıştım ve aylarca kendime gelemedim.

Çözüm belliydi: yeni bir kedi sahiplenmek. Ankara yolları taştan misali hem geziniyor hem de Facebook'tan ilanlara bakıyordum. Bahçeli’de sahipsiz sokak hayvanlarına yuva bulan bir petshop olduğunu öğrendik ve hemen gittik. Aşil oradaydı, küçücük, kir pas içinde kafeste sarı beyaz bir yavru. Öyle çok miyavlıyordu, kafesten çıkmaya çalışıyordu ki, E dayanamadı kucağına aldı, inanamazsınız minik kedicik E’ye resmen sarıldı J Eh E’nin yüreğinin yağları eridi ve aşılarını yaptırdıktan sonra aldık eve getirdik.

Yalnız bir sorun vardı; yavrucak mecbur olmadıkça ayağa kalkmıyor ve yürürken sol arka ayağını basamıyordu. Meğer büyük bir kedinin saldırısına uğramış, spinal şok yaşamış, hem omurgası hem de sol bacağı darbe almış. Bu şekilde yürüyebilmesi bile mucize dedi veterinerimiz. Aylar süren tedavinin, paça çorbalarının ve B vitaminlerinin sonunda düzeldi yavrum da adını da bu durumundan dolayı aldı. Çünkü Truva efsanesinde adı geçen Akhilleus (Grekçe: Akhileus, Fransızca: Achille Aşil) ölümlü bir baba olan Peleus ile su tanrıçası olan Thetis'in oğlu olan yarı tanrıdır. Annesi Thetis oğlunu ölümsüzlük nehri Styx'de yıkarken elini suya değdirmemesi öğütlendiği için onu sol topuğundan tutup suya batırmıştır. Yalnızca oradan vurulursa öleceğine inanılır. Efsaneye göre öleceğini bildiği halde Helen'i geri almak için yapılan ve en büyük savaş kabul edilen Truva Savaşı'na adının sonsuza kadar anılması için katılmış ve Truvalı prens Paris tarafından tesadüfen, sol topuğundan zehirli okla vurularak ölmüştür. İşte bizimkinin de zayıf yanı sol ayağı olduğu için bu ismi yakıştırdık prensime. Gerçi yakışıklılığı da etkili oldu, zira bu karakteri Truva filminde Brad Pitt canlandırmıştı J Benim oğlum da onun kedi versiyonu işte J

Aşırı akıllı, sakin ve iyi huylu olan Aşil tam 2 senedir bizimle ve Allah ömür verirse daha uzun yıllar da bizimle olacak. Zaman zaman evde kedi bakımı ve  kedi psikolojisiyle ilgili entry’ler
paylaşacağım ama yazacak öyle çok şey var ki sıra gelmiyor a dostlar!

İşte bu da yakışıklılıkta ve tatlılıkta bir numara olan tosun oğlumuz Aşil ! Biliyorum o son derece sıradan sarı-beyaz bir sokak kedisi .Benim dünyamda ise başrol oyuncularından birisi! Hasta olunca bir dakika bile yanımdan ayrılmayan,ağladığımda burnuyla beni defalarca öpen, dışardaysam kapıda karşılayan ,kapıdan içeri girmemle keyifle gurul gurul gurlayan,pati vermeyi evdeki Golden'dan önce öğrenen kuyruklu,6 kiloluk yavrum o benim :)

Neyse çok uzattık gene :) Şimdilik bu kadar, bir daha ki yazıda çişli ve uysal kızımız Cookie’yi anlatacağım.

Sevgiyle ve tüylülerle kalın

Vapiano Suadiye

Herkese merhaba,
Bugün İstanbul’da hava muhteşemdi, E  de gelmişti ve buralarda bir şirkette kafasına göre bir iş bulduğundan keyfimiz yerindeydi, yeni yerler deneyelim, şehrin biraz tadını çıkaralım dedik. Kahvaltıyı Caddebostan’daki meşhur mekân Cafe Zanzibar’da yaptık, öğle yemeği için Vapiano Suadiye’ye geçtik.
Cafe Zanzibar’da çok aç olduğum ve aklıma gelmediği için resim çekmedim o yüzden mekânla ilgili pek bir şey söyleyemeyeceğim. Kısaca bahsetmek gerekirse; basit bir kahvaltı tabağı var içinde baya fazla miktarda peynir(5 çeşit) ,zeytin, reçel, tereyağı, bal-kaymak, domates-salatalık, haşlanmış yumurta, tahin pekmez ve çay bulunuyor ve 35 TL. Yalnız rezervasyonsuz almıyorlarmış ve baya doluydu. Garsonlar da baya kabaydı, terslemeler, seslenmelere cevap vermemeler filan. Bir de mekânın kendi otoparkı var ama paralı! Kahvaltı tabağı 35,omletler-tostlar ortalama 15 civarı, bir de pancake bulunuyor o da 15 TL. Çok fazla çeşit yok yani. Bir de dikkatimi çekti çay 6, portakal suyu 9 TL idi. Manzara muhteşem, yemekler orta, servis kötü diyebilirim. Beklentileriniz çok değilse ve eliniz maddi anlamda rahatsa gidin keyif alırsınız.
Gelelim Vapiano’ya. Vapiano İtalyanca yavaş git-yavaş yaşa gibi bir anlama geliyor. Burayı zaten sürekli takip ettiğim muhteşem lezzet bloggerı Oburcan’ın sitesinden duymuştum ve çok merak ediyordum. Anadolu yakasına geçme söz konusu olunca hemen orayı denemek istedim. Malumunuz İstanbul’a geleli 6 ay oldu daha bir restoran postu yazmadım. Çünkü yeni bir restoran denemedim.
Neyse efem Vapiano 2007 ‘de Suadiye’de açılmış bir tür self servis pizza zinciri. Girince size manyetik bir kart veriliyor, o kartla restoranda yer alan pizza, salata veya pasta –makarna- kısımlarından birine gidiyorsunuz menüden istediğiniz yemeği söylüyorsunuz, eklenmesini istediğiniz malzeme varsa ekletiyorsunuz ve size bir buzzer veriyorlar, alıp masanıza geçiyorsunuz. Sonrasında yemeğiniz fırından çıkınca buzzerınız titreşip sesler çıkarıyor ve gidip pizzanızı-ya da ne istediyseniz artık- alıyorsunuz. Çıkışta da kartınızı kasaya götürüp ödeyip çıkıyorsunuz. Yalnız kartı kaybetmenin cezası 100 TL ona göre herkes kartına sahip çıksın. Sistem basit gibi görünüyor ama bence self servis olması biraz yorucu. Sürekli kalk, bir pizza iste, oradan içecek istemeye geç, ona ayrı tepsi, çatal-bıçak al, aman efendim bardağı unutmuşum geri dön, tam yerine gel buzzer çalsın, geri git pizzanı al, geri gel yemek bitti peçete yok kalk git peçete al, ay susadım kalk git su al karta yüklet, kahve almaya tatlı almaya kalk, tam yemek bitti bu sefer de kasaya git öde filan.  Baya yorucu. Bir de çocuk filan varsa-çocukla mı ilgilencen servis mi yapcan –e bunu evde her gün yapıyorsun bi de gelip burda yapmak için niye bu kadar para ödeyesin, efendi gibi pişirsinler önüne getirsinler di mi yani . Hayır bir sürü de garson vardı, onlar ne yapıyor anlamadım ben.
Gelelim yemeklere:
Kalabalık bir grup olarak gittik, herkese bilfiil baskı yaparak değişik siparişler istettim ki çok şey deneyebileyim, sizlerle paylaşabileyim J Ben içinde taze mozzarella peyniri ve domates dilimleri olan Pizza Capresse istedim, üzerine de parmesan ve roka ilavesi aldım, yanında da adını hatırlamıyorum ama ortalamanın biraz üstü bir pembe şarap aldım.
Pizza güzeldi, incecikti lezzetliydi, afiyetle götürdüm ama iz bırakmadı. Çünkü bana göre biraz tuzsuzdu ve yavandı. Masada zeytinyağI ve balzamik sirke bulunmasına rağmen acı sos yoktu, ben de istemedim. Mesela Mezzaluna’nın enfes acılı zeytinyağı olsaydı muhteşem gidebilirdi. Bir de masaların ortasında mermer bölümlerde yağ, sirke ve fesleğen veya biberiye saksıları var bu bitkileri pizzanıza istediğinizde masadan alın koyun diyorlar :D iyi de yavrum yıkanmamış o diyemedim ben de ama saksıdan koparıp koyamadım da pizzama.18.50 TL
Neyse efendim, Oburcan’da içinde labne sos, taze soğan, dana bacon ve kırmızı soğan bulunan Flammkuchen’in baya lezzetli olduğunu okumuştum, eşime bu pizzayı tavsiye ettim. Severek yedi etobur adam bir lokma bile bırakmadı. Et ve soğan seviyorsanız tavsiye ederim, pizza hamuru incecik ve genel olarak lezzetliydi.21 TL
Misafirlerimizden biri sebzeli Pizza Verdure’ yi tercih etti. İçinde kabak, patlıcan, mantar ve biber vardı. O çok hafif ve lezzetli buldu. Ben de tadına baktım ve çok hoşuma gitti. Eğer siz de benim gibi Pizza da et ürünü sevmeyenlerdenseniz bu pizzayı tavsiye edebilirim.16 TL
Gelelim günün bombasına:
Pasta A La Scampi E Spinachi ( 25 TL) namı diğer karides ve ıspanaklı makarna. Gerçekten çok yoğun, lezzetli ve mikemmel bir tat. İlginç bir şekilde içinde hem pesto sos hem krema vardı, ağır olurmuş gibi geliyor ama hiç de değildi! Bir de bazen karidesin böyle ağır bir kokusu olur, çiğnerken ağzında genleşir filan hiç öyle de değildi! Gayet başarılıydı, hemen evde denemeye karar verdim. 
Ekibimizde bir de şeker hastası bulunuyordu, büyük bir hevesle pizza yemeğe gelmişti ama kepekli pizzaları yokmuş, o da beyaz un yiyemediğinden kepekli ürün seçeneklerini sordu, kepekli kremalı –mantarlı makarnaları vardı, onu tercih etmek zorunda kaldı. Gerçi bir sürü salata seçeneği vardı ama o kadar pizzanın makarnanın arasında kim seçer salatayı (16.tl)
Son olarak birer esspresso ve tiramisu aldık. Tiramisu çok hafif ve tazeydi. Labne peyniriyle yapılmadığı belliydi. Benim peynir yemeyen ve peynir kokusu aldığı için tiramisu da yemeyen uyuz kocam bile bayıla bayıla yedi JBen tiramisunun resmini çekemeden 2 dakikada götürdükleri için resim çekemedim, izniyle Oburcandan aldığım fotoğrafı paylaşıyorum.(13 TL)
Bu arada Vapiano’ nun çok sevdiğim bir diğer yanı da alkol satmaları ve içecek çeşitlerinin fazla olmasıydı. Pizzanın yanında şarap ya da bira severlerdenseniz sizin de hoşunuza gidecek pek çok çeşitleri bulunuyor ve fiyatları makul.
Özetle, Pizza Vapiano güzel bir mekân, yeri merkezi, yemekler genel olarak lezzetli, -tuvalet çok gösterişli ama biraz pisti gerçi- çok seçici değilseniz ve servis konusunda size yardımcı olabilecek biriyle gidiyorsanız tavsiye ediyorum. Fiyat bölü performans kötü değil, ama muhteşem de değil.
Tekrar gider miyim?
O muhteşem makarnadan ve tiramisudan yemek için giderim.
Hadi kib bye 

http://www.oburcan.com/vapiano-istanbul/

13 Ocak 2014 Pazartesi

2014 Golden Globe Red Carpet-Kim Ne Giymiş

Herkese Merhaba,
2014 ''Golden Globe'' (Altın Küre Film ve Televizyon) ödülleri dün açıklandı, bize de tabi kim ne ödül almış, kim ne giymiş yakışmış mı yakışmamış mı onu konuşmak düştü. Pek çok moda bloggerı var ve ben onlardan biri değilim, olmak gibi bir hedefim de yok ancak bir moda takipçisi ve sinemasever olarak bu konularla ilgilenmekten ve sizlerle paylaşmaktan keyif alıyorum. Ödül töreni katılımcılarının giyim kuşamlarına dair yorumlarım bir modacı gözüyle değil azıcık göz zevki olan, nerde nasıl giyinileceğine dair bir fikri olan ortalama bir kadın gözüyle olacaktır. Şimdi bir bakalım kim ne giymiş:
Bence 2013 Jennifer Lawrence’ın yılıydı, öyle görünüyor ki 2014 ‘te de adını sık sık duyacağız. Açlık oyunlarıyla başlayan yükselişini ''Silver Linings Playbook” ‘taki oyunculuğuyla pekiştiren ve merakla beklediğimiz American Hustle’daki oyunculuğuyla En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü alan Jennifer sürekli güzel gezmekten sıkıldığından mı yoksa yeni tarz kıyafetler denemesi istediğinden mi bilmiyorum son bir kaç etkinlikte çok özensiz ya da zevksiz giyindi. Nitekim bu kıyafetini de hiç beğenmedim. Yavrum koca Dior gardırobu elinde, bu kadar özel bir etkinlikte yer alıyorsun, belli ki ödül de alacaksın keşke biraz daha red-carpet-style bir şey giyseydin.Kötü değil Jenny ama çok iyi de olmamış.

New York'ta özgür bir siyahinin kaçırılarak köle tacirlerine satılması ve 12 yıl esaret altında kalmasını konu alan ''12 Years a Slave'' filmi bu yılki En İyi Drama Filmi ödülünü aldı. Filmdeki oyunculuğuyla dikkatleri üzerine çeken kızımız Lupita Nyong'u Ralph Lauren elbisesi ve abartısız makyajıyla çok hoş buldum. Hemi sevimli hemi şık.

Hala izlemediğim ama yakın zamanda izlenecekler listesine dâhil olan Blue Jasmine’ deki performansıyla En İyi Kadın Oyuncu Ödülünü alan Cate Blanchett’e her zaman hayran olmuşumdur. Bu kadını aşırı güzel, zarif ve zevkli buluyorum. Saç modelini biraz zayıf bulsam da –hafif bir topuz daha hoş olurdu bence- elbisesi, takıları ve makyajı muhteşem. I love you I love yuuu!
Bence gecenin en güzel kızı muhteşem Valentino elbisesi ve göğsünün arasına taktığı incecik kolyesiyle Amy Adams’tı. Bayıldım!!! Kırmızı geçişleri, elbiseyi taşıyışı, saçları ve makyajı harika J
Gelelim gecenin reziline:

 

İflah olmaz bir Harry Potter manyağıyım, tüm kitaplarını defalarca okudum, filmlerini replik replik bilirim. Yatmadan önce J.K. Rowling’in Harry Potter sersinin devamını yazması, seriyi bitirmemesi için dua ettiğim bile görülmüştür. Ancak ben Emma Watson’ın bu saçma kıyafetlerine –zevksizliğine bir akıl sır erdiremedim arkadaş! Bu ney şimdi biri bana anlatsın. Arkası açık bir elbise, içine siyah pantolon ve lacivert süet ayakkabılar. Gerçekten BERBAT! Değişik olacağım diye, seksi olacağım diye maymun olmuşsun Emma. Bir de suratındaki anlamsız, seksi olmaya çalışan ifade yok mu? Yolasım geldi.


Kelly Osborne kendi gibi üç ilginç tiple Channel E’de Fashion Police diye bir program yapıyor. Kırklı yaşların sonunda herkesi azarlamayı marifet sayan menopozlu cadaloz bir teyze(Joan Rivers),  ne tasarladığı belli olmayan bizim Hakan Akkaya gibi bu programla tanınır hale gelen ortamın “divası” bir modacı, bi de kanal E ‘nin oradan oraya gönderdiği, nerdeyse her programda çalıştırdığı kızcağız Giuliana Rancic bir de Kelly bir araya gelip onu bunun giydiklerini eleştiriyorlar. Şu an benim burda yaptığımdan pek farklı bir iş değil yani, (except they are paid and I’m not). Oradaki sarışın cadaloz bu kızı nasıl bozmuyor anlamıyorum, öyle saçma konuşuyor ve giyiniyor ki. Yine de buradaki elbisesi kendi skalasına göre baya derli toplu ve daha az rüküş. Yalnız şu saçlarını değiştirse iyi olacak, yakışmıyor işte uzatma artıkboyat kendi rengine.


Zuhair Murad elbisesi ve hafif dağınık topuzuyla gecenin en güzel kadınlarından biri de Kate Beckingsale’dı bence. Adını da bu bahaneyle öğrenmiş oldum. Niye bu törene davetli olduğu ya da hangi filmde yer aldığını bilmiyorum ama gerçekten çok güzel görünüyor yapacak bir şey yok J
Sofia Vergara’yı severek takip ettiğim Modern Family’den tanıyorum. Geçen yıl poposu sökülen elbisesini twitter’ da paylaşması ve o anki alçak gönüllüğü acayip hoşuma gitmişti. Bu yılki kıyafeti ise genel olarak güzel, elbisenin üst kısmı çok iyi oturmuş, kolyesi, saçı makyajı harika. Sadece elbisenin etek kısmındaki parçalı pofidik kısımları sevmedim. Bir de bu tür törenlerde tafta kumaşın çok çabuk kırışıp kötü bir görünüme sebep olması nedeniyle pek tercih edilmemesi görüşündeyim. Sanki sofyanın da çok umurundaydı.
2014 Golden Globe Ödülleri kim ne giymiş yazımın sonuna geldik. Bundan sonra arada böyle moda ve sinema haberleri yazacağım haberiniz olsun dostlarım.
Hadi ce ya!










5 Ocak 2014 Pazar

Fcuk off 2013 !!!


Herkese merhaba,
Spoiler alert: Bu yazı ciddi ve samimi olacaktır, geyik yapılamayacak kadar önemli siyasal konular içerir!
2014 yılına hele şükür girebildik.Bana sorarsanız 2013 çok olumsuz bir yıldı.Kendi hayatım hallaç pamuğu gibi oradan oraya savrulmakla geçti. Eşimle iş nedeniyle ayrı şehirlere taşınmak zorunda kaldık, hayallerimin bahçeli kır evini bırakıp İstanbul’a taşındım, köpeklerimden birini sahiplendirmek zorunda kaldım, 15 kilo aldım, pek çok maddi manevi sıkıntılar yaşadım/yaşıyorum. Ama daha da önemlisi bu yıl ülke olarak çok gerildik ve üzüldük. Ülkemiz açısından en çok beni üzen şey Gezi olaylarında sırf gösteriye katıldıkları için hayatlarını kaybeden ve yaralanan arkadaşlarımız oldu. Üstelik bu cinayetleri işleyenler doğru dürüst birer ceza bile almadılar…


Buna rağmen Gezi olayları beni ülkeme bağlayan yegâne şey oldu diyebilirim. Tüm aşırı tepkilere, orantısız müdahalelere rağmen bu ülkede düşünen ve sorgulayan gençlerin var olduğunu ve ailelerin de onlara canı yürekten destek verdiğini gördük. Muhalefetin yetersiz kaldığı noktada gençlerin ses çıkarabildiğini gördük. Yargının ne hale geldiğini/getirildiğini ve ülkede adalet diye bir kavram ve bunu gerçekleştirecek bir kurum kalmadığını gördük. Devlette hep olduğu fısıldanan ama hiç ortalara dökülmeyen/dökülemeyen yolsuzlukları gördük yılın son günlerinde… Buna rağmen hala tek bilgiyi televizyondan almaya çalışan, aldıklarıyla haklıyı/haksızı karıştıran eğitimsiz bırakılmış, tebaaya çevrilmiş bir halkın ne kadar itaatkâr olabileceğini gördük. Özetle, zor bir yıldı ama öğretici bir yıldı dostlarım.
Peki, bir genel hatlarıyla hatırlayalım bu nalet yılda neler olup bitmiş:
·         Ocak ayı başlarında  'Deprem Dede' olarak bilinen Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara vefat etti 
·         Ortaköy'deki Galatasaray Üniversitesi'nin 142 yıllık tarihi ana binasında yangın çıktı. Binanın büyük bir bölümü kullanılamaz hale geldi. 
·         Sanatçı Müslüm Gürses hayatını kaybetti. 
·         Venezuelalı politikacı ve ülkenin devlet başkanı, Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi'nin (PSUV) lideri olan Chávez hayatını kaybetti. 
·         Usta tiyatrocu Metin Serezli hayata veda etti. 
·         Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde patlamalar oldu. 40 kişinin öldüğü, 100 kişinin yaralandığı açıklandı. 
·         Alkol ile ilgili düzenlemeleri de içeren Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, TBMM Genel Kurulu'nda kabul edildi. Gece saat 22.00'den sonra perakendede alkol satışı yasaklandı.
·         Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında, Taksim Gezi Parkı’nda 5 ağaç yerinden söküldü. Durumu gören Taksim Dayanışma Bileşenleri Platformu üyeleri iş makinesinin önüne geçerek yıkımı durdurdu. Bu tarihten sonra yaşananlar haftalarca sürecek bir eylemin başlangıcıydı. 
·         Tüm Haziran ayı Gezi Parkı protestolarıyla geçti.  Tüm yurtta yönetim karşıtı gösteriler düzenlendi ve 6 kişi gösterilere yapılan polis müdahalesi sonucu hayatını kaybetti. Lobna günlerce komada kaldı, yeni yeni yürümeye ve konuşmaya başladı, hala tedavisi sürüyor. Başına biber gazı kapsülü gelen Berkin ise halen komada…
·         Eylül’de ünlü sanatçı, tiyatrocu, aile ve gönül dostumuz Tuncel Kurtiz hayatını kaybetti. 
·         Kasım ayında Gazeteci Savaş Ay gırtlak kanseri tedavisi gördüğü Samatya' daki İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde hayatını kaybetti. 
·         Kasım ortasında ise ünlü tiyatro ve sinema oyuncusu Nejat Uygur hayatını kaybetti. 
·         Aralık ayının başında Güney Afrika Cumhuriyeti'nin ilk siyahî devlet başkanı Nelson Mandela hayatını kaybetti. 
·         17 Aralık 2013 ‘te ise yolsuzluk ve rüşvet iddiasıyla ilgili yürütülen soruşturma kapsamında aralarında bakan çocukları, belediye başkanı, banka yöneticileri ve işadamlarının da bulunduğu 37 kişi gözaltına alındı.  
·         Yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun etkileri sürüyor. Bakan, Muammer Güler, Zafer Çağlayan ve Erdoğan Bayraktar istifa ettiğini açıkladı. 

Gördüğünüz gibi bir sürü olaylar, kargaşalar, vefatlar almış yürümüş.Vefat edenlerin hepsine saygılarımı sunuyorum.Onlar kendi alanlarında çok çok önemli insanlardı...
Sonuç olarak 2013 ‘ü hiç sevmedim, inşallah 2014 hem bizlere hem ülkemize mutluluk ve huzur getirir.